Home / Duyurular / Muhtelif Meseleler Üzerine Mü’mince Bakış

Muhtelif Meseleler Üzerine Mü’mince Bakış

 

  İnsanda güzel ve mükemmel olan şeylere karşı bir meftuniyet mevcuttur,çünkü güzellik bizâtihi sevilir.Bu sebeple,insan bir güzelliğin ortadan kalkmasından veya mükemmelliğin bozulmasından rahatsız olup üzülür.

Aslında bu üzüntü hali normaldir,çünkü kıymetli ve güzel şeylerin zarar görmesi aslında o eşyanın Allah’ın isimlerine aynalık yapmasına mani olmak ve aynayı kırmak gibi olduğundan müminleri rahatsız eder.

Fakat bu rahatsızlık hali kişiyi fazla meşgul ediyorsa,yani kalbini,zihnini aşırı yoruyorsa o zaman denge bozulmuş demektir.Çünkü eşya her halükarda fânidir ve zaman içerisinde bir şekilde çürümeye mahkumdur. O halde güzelliklerin menbâına ve ebedi olana yönelmek gerekir. Zaten eşyanın tabiatı gereği güzelliklerinin fani oluşu lisan-ı hâliyle bizi hakiki güzele yönlendirmez mi?

Öyleyse eşyanın fani oluşunun farkına varılmalı,onu severken ölçüyü kaçırmamalı ve bu tür sevgiyi kalbe sokmamalıdır.

 Her meselede olduğu gibi sevgi konusunda da kimi,nasıl ve hangi sebeple seveceğimize dair elimizde bazı ölçülerin bulunması gerekir.Aksi halde yanlış tarafa yönlendirilmiş sevgi istidâtı bizi helak olmaya götürebilir.

Rabbini samimi olarak seven adam O’ndan gelen acı tatlı her şeye rıza gösterir ve şikayet etmez.Karşılaştığı imtihanlar Allah’a olan muhabbetini artırır. Böyle birinin muhabbeti kuvvetli bir ateşe benzer; sert bir rüzgarın esmesiyle ateş, daha da kuvvetlenir. Allah’a olan sevgisini dünyavi işlerinin yolunda gitmesine bağlayan kimse ise, küçük bir müsibetle karşılaştığı zaman itikadı sarsılır.Bu gibi kimselerin de muhabbeti, zayıf yanan ateşe benzer ki sert bir rüzgarda söner gider.

Sevgide samimiyetin ölçüsü ise sevgiliden gelen buyruklara karşı takınılan tavırda belli olur. Bazı insanlar Allah’ı sevdiğini iddia eder fakat güzelleşme ve formda kalma uğrunda açlığa tahammül eder de oruç tutmamak için ilginç mazeretler uydurur. Kimisi saatlerce top oynar yorulmaz fakat namaz kılmak ona ağır gelir ve kılmaz.  Sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir zatın sizden bir şey istemesi bir lutuftur fakat buna karşın sevmediğiniz kişinin istekleri size önemsiz ve zor gelir.O zaman Allah’ı gerçekten sevene onun buyrukları zor ve önemsiz gelmeyecektir.

 

Günümüz dünyasında maddi manevi bozulma o dereceye ulaşmış ki müslümanlar bile bu atmosferi solumaktan dolayı dünyavileşme mikrobunu kapmış bulunmaktalar. Tercihler değişmeye başladı: Artık kitap okuma yada sohbette hikmet ve güzelliğin in’ikası(yansıması) olduğunu düşünme zamanı değildi. Şimdi para kazanma,büyüme,pazarda söz sahibi olma devriydi; neticede her şey parasıyla değil miydi? Hatta o kadar ki tüm bunlara da rahmet okutacak boyutlara varan her zevkin zirvesini tatmış artık başka başka zevkler peşinde sürünerek cinsel kimlik bunalımlarına kadar düşmüş bir kitle karşımızda durmaktaydı. Ne hazinki bunu tabiî gören ve destekleyenlerde en az onlar kadar bu derekenin içerisindeydiler.

 

Oysa Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem lüks,zengin ve her zevki tadabileceğimiz rahat bir hayat mı vaat etmişti bize ? Yoksa “dünya hizmet diyarıdır,ücret yeri değil” veya “dünyaya meyletmenizden korkarım” mı demişti?

İnsanlar mağazalarda indirim yapıldığında ,faiz,borsa ve döviz kurları değiştiğinde veya otomobil fiyatları düştüğünde hemen haberdar oluyorlar ve fırsatı kaçırmamak için adeta yarışıyorlar. Ama Allah’ın,karşılığında ebedi saadeti teklif ettiği fırsatları değerlendirme hususunda çok ağır davranıldığını; ibadetleri yerine getirme ya da hatalardan dolayı tevbe etmekte duyarsızlık gösterildiğini ve sürekli bir nankörlük hali sergilendiğini görüyoruz.

 

Peki şimdi biz hangi taraftayız? Nefsinin esaretinde reziletlerde sürüklenenlerin mi ?Yoksa nefsini Allah ve Resulu’nün buyruklarına teslim edip saadet-i dâreyne erenlerin mi?

 

 1-Güzellik ve Çirkinlik Neye Bağlıdır ?

 

Allah Teala’nın, kullarına emir buyurduğu şeylerin arkasında hangi hakikatler yatmaktadır? Diğer bir ifade ile “Allah Teala’nın kullarına emrettiği şeylerin hakikatı nasıl keşfedilir?

Namaz neden beş vakittir? Oruç neden bir ay tutulur? İçki neden yasaktır? Yolcu namazı neden kısaltır? vs.

Yukarıda sorulan sorular ve benzerlerinin cevabına ancak söz konusu emrin yada yasağın illetini bilmekle erişiriz. Allah’ın herhangi bir şeyi emretmesinde veya nehyetmesinde ki illetine ise usul-u fıkıh ilminin kaide ve esaslarıyla ulaşılabilir.Eğer tevkifi bir hüküm değilse. Meselenin birde hikmet boyutu var ki genellikle insanlar illet ile karıştırıp kafalarında ki suallere hatalı hükümler bina edip yanılgı içersine düşerler. Peki illet nedir?Hikmet nedir? İlleti tesbit usulları nelerdir? Her şeyin illetine vâkıf olabilirmiyiz? Tüm bunları kısaca açıklamaya çalışalım.

 

1- İlletin Tarifi:

Terim olarak “illet”  üç ayrı anlam  ifade eder.

1)  Hükmün  konulmasını  münasib  ( uygun)  gösteren  durum anlamındadır.

2) Hükmün konulmasından amaçlanan sonuç veya hükmün korumak istediği men­faat anlamındadır

3) Hükmün konulmasını münasib gösteren durumu genellikle ihtiva eden açık munzabıt (istikrarlı) vasıf anlamındadır.

İslam hukuku usulcüleri sadece üçüncü tanımı kabul etmişlerdir. Diğerlerini hikmet kapsamında değerlendirmişlerdir.

İllet- hikmet konusunda usulcülerin görüşü:

Şer’i hükümlerin varlığı da yokluğu da hikmetlerinin değil, illetlerinin var olup olmamasına bağlıdır. Yani « İllet varsa hüküm de vardır, hikmete aykırı düşse bile. İllet yoksa hükümde ortadan kalkar, hikmeti mevcut bulunsa bile.»

 

  • Bu hükümlerin dayandığı örnekler:

 

  1. a) Dinen yolcu sayılan her ne olursa olsun dört rekatları kısaltabilir. Hükmün hikmeti olan meşakkat bulunmasa bile. Çünkü hükmün illeti «yolculuk» mevcuttur.

 

  1. b) Dinen yolcu sayılmayanan kişi, meşakkatli işlerde çalışsa bile namazını kısaltamaz. Hükmün hikmeti olan meşakkat mevcuttur ama illet mevcut değildir. ( yolculuk yoktur)

 

İLLETİ BELİRLEME METOTLARI

Hükmün hangi illete binaen konduğunun  bilinmesini sağlayan yollar ve deliller demektir.

Birinci  metod:  İlleti   Kitap  ve  Sünnet Nasslarından  Araştırmak.

Nassın bir vasfı illet olarak göstermesi, bazen sarih ifade ile bazende ima ile olur.

İkinci Metod: İlleti  İcmada  araştırmak muctehidler herhangi  bir devirde,  bir vasfın  bir şer’i hükmün illeti olduğu  husu­sunda fikir birliği ederlerse, bu vasıf -icma ile- o hükmün illeti kabul edilir.

Örn : Kızgın iken hüküm vermenin haramlığı hükmünün illeti, hakikatten sapmaya yol açan (zihin karmaşası) olduğunda müçtehitler müttefiktir. Buna kıyasla korku, üzüntü vs sebeplerinin yol açtığı zihni karışıklık hallerinde de hüküm verilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Üçüncü  Metod:  İllet  İle  Hüküm  Arasındaki  «Uygunluğu» Araştırmak ( İçtihad)

  • مناسبَة: İllet olarak kabul edilen  vasıf  ile hüküm arasında öyle bir uyum olmalıdır  ki, hükmün bu vasıf üzerine bina edilmesiyle, Şari’in bu hükmü koyarken  kastettiği  maslahatın  gerçekleşmiş olduğu kanaatine varılmalıdır.

Bazı hükümler de vardır ki bunlar genellikle emredilen ibadetler ,Kuran-ı Kerim sure ve ayetlerinin diziliş sıralamasında söz konusu olan TEVKİFİ  hükümlerdir. Bu tür hükümlerde illet ta’lili söz konusu değildir . Fakat kişinin istidadınca bazı hikmetlerine vukufiyet kesbedilebilir. Bu da yukarıda zikrettiğimiz gibi hükme tesiri olmayan şeylerdendir.Bu konuda ki tafsilatı usul kitaplarına bırakıyoruz.

 

Söz konusu hükümlerin ,emirlerin ve nehiylerin birde husn ve kubuh vechesi vardır ki bu mesele hakkında düşünce tarihinde üzerine imal-i fikredilmiş bazı mefkureler mevcuttur..

 

2- HUSUN(Güzel) VE KUBUH(Çirkin):

Hüsün ve kubuh meselesinin ortaya çıkışı düşünce tarihinin çok eski dönemlerine kadar götürülmektedir. Antikçağ Yunan filozofları ontolojik açıdan iyilik ve kötülük üzerinde durmuşlardır. Sokrat dindarlığın, sadece ilâhî iradeye uygunluğu açısından değil bizâtihi iyi olduğu için iyi kabul edildiğini söylemiş, daha sonra onun bu görüşü Eflâtun ve Aristo tarafından “rasyonel iyi düşüncesi” tarzında ifade edilmiştir. Epikür, evrenin her türlü kötülükle dolu olduğunu ileri sürerken Platon âlemdeki kötülüğü maddeye bağlamış, iyimser bir bakışla ihtiyarlık ve savaşları bile iyi olarak değerlendirmiştir (Weber, s. 27, 81-83). İyilik ve kötülük konusu eski İran’da Zervânîler’le Maniheistler arasında en temel tartışma konusunu oluşturmuş, Zervânîler, hem iyilik tanrısı kabul ettikleri Ahura Mazda’nın hem de kötülük tanrısı saydıkları Ehrimen’in Zervan adlı tanrıdan neşet ettiğine, dolayısıyla bütün iyiliklerle kötülükleri Zervan’ın yarattığına inanmışlar, Maniheistler ise insanın iyilik ve kötülük yapma gücüne sahip olduğunu söyleyerek Zervânîler’in görüşünü reddetmişlerdir (Âgā Büzürg-i Tahrânî, VII, 18). Brahmanlar, iyilik ve kötülüğün akıl yürüterek bilinebileceğinden peygamberlere ihtiyaç bulunmadığını öne sürmüşlerdir (Şehristânî, Nihâyetü’l-iḳdâm, s. 371). Hıristiyan ilâhiyatçılarından Saint Augustin insandan bağımsız bir kötülüğün mevcut olmadığını iddia etmiş, Saint Thomas da benzer görüşler ileri sürmüştür.

Descartes, Tanrı’nın en iyi ve en mükemmel olanı dilediğini söylerken Malebranche bunun ancak kâinatın bütünlüğü içinde aranması gerektiğini vurgulamış, Leibniz de âlemde kötülük diye nitelenen olayların ezelî gerçekleri bilmemekten kaynaklandığını ve iyi şeylerin Tanrı tarafından iyi olduklarından emredildiğini savunmuştur (Metafizik Üzerine Konuşma, s. 2-11). Buna karşılık David Hume evrende kötülüğün bulunduğunu, fakat bunun Tanrı’nın sıfatlarıyla bağdaştırılamayacağını söylerken Voltaire, Schopenhauer, Nietzsche gibi filozoflar da kötülüğün reel varlığı üzerinde durmuşlardır.

İslam düşüncesi açısından ele alındığında ise;

Güzellik ve çirkinlik dört bölümde özetlenebilir:

1- Kemal sıfatlara güzel, noksan sıfatlara çirkin denir. Mesela ilim güzel, cehalet çirkindir.

2- Maksada uygun olanı güzel, olmayana çirkin denir. Adalete güzel, zulme çirkin denmesi gibi…

3- İnsan tabiatına uygun olan güzel, olmayanın çirkin kabul edilmesi. Buna göre tatlı güzel, acı çirkindir.

4- Dünyada övgüye, ahirette mükafata sebeb olan şey güzel, bunun aksine dünyada yerilmeye, ahirette cezaya sebeb olan şey de çirkindir.

İlk üç kısımdaki güzellik ve çirkinlik akıl ile bilinebilir Burada İslâm âlimleri arasında ittifak vardır.
Dördüncü maddede belirtilen güzellik ve çirkinlik, şer’i açıklamalar olmadan acaba sırf akılla bilinebilir mi? Bunun cevabını almak için şu temel hususların bilinmesi lazımdır:
Cenab-ı Hakkın emrettiği her şey güzel, yasakladığı şeyler ise çirkindir. Bunda İslâm alimleri arasında ittifak vardır.

 

  • Eş’arilerin çoğuna göre hüsün ve kubuh tamamen şer’idir. Bir şeyin güzel olması, sırf şeriatın onu emretmesi: çirkin olması da sırf şeriatın onu yasaklaması sebebiyledir.
  • Mu’tezileye göre ise hüsün ya da kubuh, fiilin kendisinde mevcuttur. Şeriat bir fiili emretmeden ya da yasaklamadan önce de onda bu vasıflar vardı. Bu sebeple Allah bir şeyi emrederken, o şey güzel olduğu için onu emretmiş: yasaklarken de, çirkin olduğu için onu yasaklamıştır.
  • Maturîdî bilginlere göre ise, eşyada husun ve kubuh vardır. Allâh, iyi olanı emreder, kötü olanı da yasaklar. Dolayısıyla husun ve kubuh akıl ile de bilinebilir.

Kısaca bir şeyi güzel veya çirkin kılan şey Allah’ın o konudaki emrinin ne olduğudur;yapılması emredilmişse o şey güzeldir,yasaklanmışsa çirkindir.

Böylece emr-i ilahinin illetini ve hikmetini kavramada illet talil metoduna ve bizatihi emredilen şeyin husun ve kubuh açıısndan nasıl değerlendirilmiş/değerlendirilmesi gerekir gibi mevzulara değindik.Bu konuda ki tafsilatı kelam kitaplarına bırakıyoruz.

 

2-Hakikatı Belirlemek Oy Çokluğuna Dayanmaz

Hakikat insanlar tarafından üretilen bir şey değildir. Doğruluğunda şüphe olmayan hakikatlerin geçerliliği referandum konusu yapılamaz. İnsanlar hakikatı icad edemezler sadece,keşfedebilirler. Çünkü varlığın hakikatini olması gerektiği üzere sadece vacibu’l-vücut bilir. Biz kullardan istenilen hakikat bilgisi, hakikatin bize gösterildiği nispette, elde etme yöntemlerini doğru kullanarak ona ulaşmaktır.Cumhura göre bunun üç yöntemi vardır:His, Haber-i sâdık, Akıl.

 

3-Dengeli Olmak

Kur’ân’ın Allah’a iman meselesinden sonra üzerinde en fazla durduğu noktanın ahret inancı olduğunu görüyoruz. Ancak kişinin kalbinde ve zihninde ahret inancının kuvvetlenmesi onu gittikçe dünya hayatından koparan bir  sürece sevk etmemelidir. Zira kuvvetli mü’min zayıf mü’minden efdaldir.

Mühim olan daha fazla kazanmak ve zengin olmak için hırslanmayıp tüm hayatını bununla meşgul etmeyip ve elde ettiğiyle sadece nefsini tatmin etmeyip sahip olduğunun hakikatte Allahu Teala’ya ait olduğunu düşünerek tüm müminleri bundan faydalandırmasıdır.  Müslümanlar olarak “el-fakru fahrî “ diyen bir peygambere iman ettik. Burada ki “fakr” Allah’ın inâm ettiğinden yüz cevirmek manasınada gelmez. Çünkü esas fakr elinde olanın kalbine girmemesidir ve zenginliğin varlığıyla yokluğu kendinde musavi olmasıdır. Meseleye siyasi açıdan bakarsak elbette Müslüman memleketler kafir memleketlere nazaran her anlamda zenginliğe sahip olmalı ve her alanda onlardan ileride olması gerekir.Nitekim Rabbimiz celle ve alâ ; “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez” (Enam 60/8) buyurmuştur.

 

Burada en büyük zenginliğinde ahlaklı/ideal bir toplum olacağı yadsınamaz bir gerçektir.Kulun herhalukarda kendisini rabbine karşı muhtaç hissetmesi ise bu erdemlerden en önemlisidir.  Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve mutlak kemaliyle hep övgüye lâyık olan O’dur. ( Fatır 15/35)

Müslüman bireyler olarak şunu bilmeliyiz ki “Kanaat tükenmez bir hazinedir” fehvasınca maddî zenginlik nasip olmuşsa bile sade ve gösterişsiz bir hayatı tercih etmeli ,israfın her türlüsünden de kaçınmalıdır. Zira lükse ve canının istediği her şeyi elde etmeye alışan/çalışan nefis,Rabbini ve kulluğunu unutacaktır.Allah’ın kendisini yoklukla imtihan ettiği bir dem geldiğinde ise onu fakirlik değil, alıştığı tokluk öldürecektir. Hz.Peygamber( sallallahu aleyhi ve elihi ve sellem) Efendimiz’in hayat-ı saâdetleri bizim için en güzel misaldir. Öyle ya Rabbimiz celle ve alâ;

 “Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. “(Ahzab 21/33) ‘buyurmuştur.

Hülasa her durum ve vaziyette dengeyi gözetmek şiârımız olmalıdır. Ancak böyle olunduğu takdirde erdemli bireyler olup ,erdemli toplumu inşa ederiz.

 

 Hasan Karalök

About Hasan Ayni

Check Also

Cibril Hadisi Şerhi

Ömer İbnü’l-Hattab radıyallahu anh şöyle dedi: Bir gün Resülullah sallalla hu aleyhi ve sellem’in huzurunda …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir